“YASAK ELMA’YA DAHİL OLMAK HIZLI GİDEN BİR TRENE ATLAMAK GİBİ OLDU”

Nehir Hanım, Yasak Elma dizisine 6. sezonda dahil oldunuz. Tam 175 bölümdür ekranda olan bir diziye dahil olmak nasıl bir deneyim sizin için? Ve siz bu dizinin başarısını neye bağlıyorsunuz?

Evet, biraz hızlı giden bir trene atlamak gibi oldu. Sadece 6 yıldır devam ediyor olmasının yanı sıra sezonun ortasında epeydir birlikte yol almış bir ekibin içine dahil olmak maceralı olacaktı. Bunun farkındaydım. Maceraları ise her zaman sevmişimdir. Hele de içinde bu kadar değerli oyuncu ve ekip arkadaşım varken kendimi heyecanla 2 gün içinde sette buldum…

“YASAK ELMA SETİ, TÜM EKİBİN EN AZ BİR SAHİPSİZ HAYVANI SAHİPLENMİŞ OLDUĞU BİR SET”

İlk defa istisnasız herkesin, tüm oyuncu, yönetmen, tüm ekip arkadaşlarımın sahipsiz, sokakta kalmış en az bir hayvanı sahiplenmiş olduklarını fark ettiğim bir setin içinde buldum kendimi. İçeride çok sevgi olduğuna emindim. Zaten başka türlü 6 yıl sürmesi de zor olurdu. Ancak sevgi dolu yolların bu kadar uzun soluklu olabileceğine inanıyorum. Bu sevgi ve samimiyet seyircisiyle de çok güzel buluşmuş. Setlerin 150 başlı tek organizmalar olduğuna inanırım. İçeride bir kişinin ufacık tadı kaçsa, o bütün herkesin derdi olur. Başta Şevval, Eda, Melisa, Biran, Sevda, Şebnem tanıştığım tüm kadın oyuncuların ve yönetmenimiz Ece Erdek’in ve muhakkak yönetmenimiz Deniz Bulut Güner’in, işinin çok ehli ekiplerin hem vizyoner hem adaletli bakışları oldukça sirayet etmiş bir setti.

“JULİA’DA TEK BAŞINA MÜCADELE ETMEYİ SEÇMİŞ BİR KADINA RASTLADIM”

Sizi dizide Julia Moran karakteriyle izliyoruz. Julia; Çok güzel, entelektüel, yardımseverliği ve mütevazılığı ile hem sevilen hem de saygı duyulan biri. Peki siz onu nasıl tarif edersiniz? İç dünyasını nasıl tanımlarsınız?

Karakterimiz yalnız Julia… Tek başına Julia. Ben Julia’da en çok tek başına mücadele etmeyi seçmiş bir kadına rastladım. Tekilliğin yıllar içinde ona belki de farkında olmadan bulaştırdığı manüplatif tavırları ve aslında kendisinin çok yaşamak istediği bir şefkat dili vardı. Yani kendisiyle kurulmasını beklediği şefkatli, güvenli ilişkiyi başkalarına sunarak hayatın bir gün istediği o güvenli ilişkiye onu kavuşturacağına inanıyordu. Anlayış, sevgi ve hoşgörü istiyor bunu da sunuyordu ama bir şeyi atladığı aşikardı. Kendi merkezinde değildi, öyle gözükse bile aslında Doğan’ın uydularından biriydi. Yıllardır yaşadığı yalnız hayatın ona çok şey kazandırdığı ve çok şey kaybettirdiği savunma mekanizması, duvarları, diğer kadınlarla yakınlaşmasına da maniydi… Tek başına ayakta kalmaya çalışmak aslında onu hayata karşı da sert bir tutum içine itmiş, erilleştirmişti. Ona dişiliğini hatırlatan tek insan Doğan’ken, Doğan tarafından da yarı yolda bırakıldığını anlayınca da işler çığrından çıktı. Üstüne en güvendiği insan Aslan’ın da Julia’yı satışı karakterimize kendini kaybettirdi :)

“JULİA’NIN BAZEN BANA DA ÇARPICI ŞOKLAR YAŞATTIĞINI İTİRAF ETMELİYİM”

Benim için oynaması yeni ve keyifliydi. Tüm MED YAPIM Ailesi’ne bu anlamda bana güvendikleri için teşekkür ederim. Setler, oynadığım karakterler benim için hayatımla birbirine köprüler atarak devam ediyor. Bir oyuncunun karakteri anlamaya çalışması, onu canlandırmaya çalışması kadar, karakter de oyuncuyu silkeliyor, oyuncuya hatırlatıyor, çağrıştırıyor, sorgulatıyor. İyi gelir yani :) Julia’nın bazen bana da soğuk duş etkisi gibi çarpıcı şoklar, yüzleşmeler yaşattığını itiraf etmeliyim.

 

“ESKİ HEPİMİZE İYİ GELİYOR”

Geçtiğimiz bölümlerde sizleri bir 80’ler partisinde izleme fırsatı bulduk ve sormadan edemiyoruz; Bu çekimler nasıl geçti? Kıyafetler, müzikler sete nasıl bir hava kattı? :)

O sabah öyle heyecanlı bir sabahtı ki… :) Herkes birbirinden farklı kılıklara girmiş, çoktan 80’lerin şakalarını birbirine oynamaya başlamış… Melisa müthiş bir liste çalıyor, neler neler, müzikle de oradayız ve saat daha sabahın 08:30’u. Hazırız, dans ediyoruz. Herkes çok mutluydu :) Neden bilmiyorum, 80’ler hepimize iyi geliyor… “Eski” hepimize iyi geliyor..

“TV’NİN SEYİRCİYİ DERTTEN UZAKLAŞTIRAN, NEŞELENDİREN İŞLERE ÇOK İHTİYACI VAR”

Bir diğer yandan dizinin büyük finaline çok az kaldı. Şu anda sette ortam nasıl? Bir burukluk söz konusu mu?

Olmaz mı? Bana bile hüzünler çöktü, 6 yıldır bir arada olanları düşünemiyorum. Ben en uzun ilkokulda 5 yıllık arkadaşlarımdan ayrılırken hatırlıyorum bu duyguyu. Bütün sınıf çılgınca ağlıyorduk :) Şaka bir yana, elbette çok iyi dostluklar kurulmuş. Elbette hem birbirlerinden hem seyirciden ayrılmaları hüzünlü olacaktır. Yasak Elma setinin insana çok iyi gelen bir neşesi, hoşgörüsü var. Senaryo, senaristler ve oyuncularla senaristlerin ve seyircinin paslaşmaları ve paylaşmaları da seyirciye iyi geliyor. Oynamaya başladıktan sonra izlemeye de başladım. Yıldız’a, Ender’e, Sedai’lere, birçok karaktere ve sahneye kıkır kıkır kapıldım. Bir çok derdin, tasanın içinde iki saat her şeyden uzaklaşıyorsun. Televizyonun seyirciyi dertten uzaklaştıran, neşelendiren, izledikten sonra pozitif ve rahatlamış hissettiren işlere daha çok ihtiyacı var. Özellikle de televizyonun. Çünkü televizyon herkesin evinde. Salonun ortasında. Evin sesi.

Ne kadar çok iyi dijital işler olsa da, televizyon her zaman olacak çünkü hem bedava hem de daha önemlisi birlikte yapılan bir şey. Biz birlikte yaşamayı severiz. Bunu da güzel bir şey olarak söylüyorum. Aileler birlikte izliyor. Evin ortak anlatıcısı, dış sesi gibi, bazen kafa sesi gibi, salonun ortasında. Pozitif, güldüren işlerin artması taraftarıyım. Hele de böyle bir dönemde…

“EKRANDAKİ HALİMLE BAŞ BAŞA KALDIĞIMDA HALA UTANDIĞIM OLUYOR”

Julia’yı oynamaya başladıktan sonra, izlemeye de başladığınızı söylediniz. Kendini eleştirmeyi seven biri olarak, kendinizi izlediğinizde, nelerinizi eleştiriyorsunuz?

Birçok şey eleştirdiğim de oluyor, sevdiğim de oluyor. Körleşme yaşamamak isterim. Ya da oyundan, olması gerekenden öte güzellik vs. işlerine takılmak istemem, kendimi çok izlersem fiziksel kaygılarım oyunuma yansır korkusuyla çok izlemem, aslında hala bazen utandığım olur ekrandaki halimle baş başa kaldığımda. Sette de yine monitörden kendimi izlemeyi tercih etmem. Bağımı daha çok, oynama anında, halinde, sahnedeyken kuruyorum.

“TAM BİR FORMA İNSANIYIM”

Yasak Elma’da kıyafetler hep ön planda.. Julia da son derece şık giyinen bir kadın. Siz kendiniz de bu şekilde giyinmeyi sever misiniz yoksa sizin tercihleriniz tamamen farklı mı?

Fransızca öğretmenim Madame Lanord haftanın 3 günü bir kombin, haftanın 2 günü diğer kombinle gelirdi sınıfa ders vermeye. İdolüm. Beni bana bıraksak, tam bir forma insanıyım :) Yazın tek bikini, yalın ayak, günlerce tuzlu devam ettiğim gibi kışın yeterince kalın, tek bere, bot tüm işlerimi halledebilirim :) Tabii öyle yaşamıyorum. Çünkü buna en basiti annem dayanamıyor :) Fena da giyinmediğimi düşünüyor çevrem. Farklı parçaları birbirine iyi uydururum. Rahatlıktan taviz vermem…

Bugüne kadar sizi birçok dizide, filmde izledik. Ayrıca program sunucukları da üstlendiniz. Yeniden bir program sunmayı düşünür müsünüz yoksa tercihiniz hep dizi oyunculuğundan yana mı olur sizce?

Şu an düşünmüyorum televizyonculuk. Belki daha ileride.. Seyirciyle bir dünyanın içinde, o dünyayı birlikte kurarak, anlayarak, karakterler aracılığıyla konuşmayı seviyorum.

Stresle başa çıkma yönteminizin müzik olduğunu biliyoruz. Bu aralar ne dinliyorsunuz diye sorsak?

Bu ara gündüzleri sadece Radio Swiss Classic ve akşamları Radio Swiss Jazz açık evde. Bu ara sakinlikten yana duruyorum :) İyi dinleyici dostlarım sağ olsun çok yeni, çarpıcı listelerim var ama bu aralar bana da kedilere de sözsüz müzik iyi geliyor :)

“HERKESE İYİLİK BORÇLU HİSSETMİYORUM”

'Hiç gıcık gözükmeyen, hatta fazla sempatik, bu yüzden de suiistimal edilen biri miyim acaba?' diye de düşündüğünüzü söylemişsiniz bir röportajınızda. Sizce sempatik insanlar neden suistimal ediliyor ve insanlar size hangi huyunuzdan dolayı gıcık olabilir dersiniz?

Bunu ne zaman söylediğimi bir an hatırlayamadığıma göre durum daha iyi demek ki :) Sanırım sınırlar konusunda biraz daha iyiyim eskiye oranla. Kibarlık ve iyilik aynı şey değil. Bunun hala böyle olduğunu düşünmekle beraber artık herkesten iyi olmasını beklemediğim gibi, herkese de iyilik borçlu hissetmiyorum. Bu insanın ki ülkemiz kadınlarında çok olan bir şey, çocukluktan taşıdığı suçluluk duygusuyla ilgili bir şeymiş. Tabii ki yıllar içinde kendimle ilgili de çalıştım ve farkındalıklar geliştirdim, belki de bunun da yansımasıyla açıkçası artık çok fazla yukarıda bahsedildiği gibi hissetmiyorum :)

“HER ZAMAN PEK SEVİMLİ DEĞİLİM”

Üstelik gıcık taraflarım da vardır, her zaman pek sevimli değilim. Bunu söylemeliyim. Çalışırken genellikle çok motive ve neşeli olmaya gayret ederim, doğalından da öyleyim sanırım. İçimden geliyor,  olduğum ortamda herkesin iyi hissetmesini istiyorum, herkesin kalbinin kırık olmadığından emin olmak istiyorum. Evet iş ama kırık bir kalpten daha önemli değil. Üstelik hepimiz birbirimize bağlıyız orada ve ortak bir amacı belli bir sürede yetiştirmeye çalışıyoruz. Ne kadar mutlu çalışırsak o kadar iyi :)

“HER YERE GEÇ KALMAK BENİ HAYATTA EN YIPRATAN ÖZELLİKLERİMDEN BİRİ”

Gıcık olunulan huyumu ben söyleyeyim, ben de aynı huyuma gıcık oluyorum zaten. Her yere 15-20 dk geç kalıyorum. Çünkü ne kadar erken hazırlanmaya başlarsam başlayayım, evden tam çıkmadan önce ‘şunu yapmış mıydım, bunu yapmış mıydım?’ - bir daha bir daha dönüp bakıyorum. Bu sırada esas yapmam gereken şeyi, mesela çıkarken çöpü atacağımı unutup, bazen asansörden olmak üzere geri dönüp çöpü alıyorum vs. Yani evden çıkmadan tam önce kafama bir şeyler taktığım için gideceğim yere 15-20 dk gecikmeli varıyorum. İşte bu beni hayatta en yıpratan özelliklerimden biri.

“YÜKSEK LİSANS PROGRAMINA GERİ DÖNDÜM”

Yasak Elma seti bittikten sonra en çok yapmak istediğiniz şey ya da uzun zamandır özleyip, yapamadığınız şey?

Üniversiteden ilk mezun olduğum yıl yanş 2002’de başlayıp, daha sonra devam edemediğim bir yüksek lisans eğitimim vardı. Bu sene çıkan af ile hak edişime başvurdum ve Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü tezli yüksek lisans programına geri döndüm. Set biter bitmez, hemen okula odaklanmak istiyorum. Hocalarıma karşı da mahcup hissediyorum. Çekimler esnasında kaçırdığım dersleri telafi etmeye çalışacağım. Yoğun bir dönem beni bekliyor.

Sonra yaz… Surf, sular, deniz… Geçen yazı İstanbul’da geçirmem gerekti. Normal denize ulaşma süremi çok aştım. İzmir çocuğuyuz, İstanbul kızıyız, bir yerlerde de hala, iyotsuz geçmiyor :)

Surf ise iyice bambaşka bir meditasyon oldu artık benim için. Onu yapmaya, rüzgarla kavga etmeden ona teslim olmayı öğrenmeye devam etmeye mecburum gibi hissediyorum. Board’dayken düşünürsem düşüyorum. Zihni aradan çıkarmak adına ve denizle başbaşa olmak bana çok iyi geliyor. Umarım uzun yıllar devam ederim.

Paris’e gidip yerleştiniz, yıllarca orada yaşadınız. Yeni bir dil öğrendiniz. Dile kolay… Şimdilerde de aklınızda var mı yeni bir yurt dışı planı? Fransızcanızı yeri geldiğinde hala kullanıyor musunuz?

Kendime verdiğim en iyi hediyedir o zamanı yaratıp, yeni bir dil, bir kültür öğrenmek için Paris’te okula devam etmek. Üstelik bir tek kendim, kendimin destekçisiydim. Çoğu yakın çevrem, ailem dahil kariyer dönemi, yaş, yıllar vs. endeksine göre en azından tam da şimdi gitmemem taraftarıydı. Oysa ben tam da o zaman yapmazsam bi daha yapamayacağımı çok iyi biliyordum. Başka sebeplerle düşündüğümden erken döndüm ama en azından şimdi yapabildiğimi ve yine yapabileceğimi biliyorum. Öğrenmenin durduğu her yerden zaman zaman gidebilmeyi bilmeli insan… O zamanlar benim için öyleydi. 20 yaşından beri uzun saatler çalışıyordum. 30’lu yaşların çok başındaydım. 10 yıldır setlerdesin... Setler iyidir hoştur ama fazlası zehirler :) Acilen yeni bir şey öğrenmezsem daha da önemlisi hayatımı sadece kendim olarak sürdürmezsem devam edemeyecektim. İyi ki yapmışım…

“KENDİ KENDİME YÜKSEK SESLE FRANSIZCA KİTAPLAR OKUYORUM”

Bazı sabahlar çocuksu bir heyecanla kendi kendime yüksek sesle Fransızca kitaplar okuyorum. Fransızca radyo dinliyorum hala. Hem dille ilgili hafızamı taze tutmak adına, hem de dediğim gibi, bir şeyler öğrenmek, hatırlamak bana hep sevinç veriyor. Bunu yaptığım sabahlar kendimi çok iyi hissediyorum. Şu anda bir yurt dışı planım yok. Aslında eğitimim benim istediğim seviyede tamamlanmadı. Bir gün kısa süreliğine de olsa dönüp okula devam etmek, son dönemi de bitirmek istiyorum. Farklı kentlerde yaşamaktan, yeni şeyler öğrenmekten çok keyif alıyorum ama hiçbir yurt dışı deneyimim Türkiye’den temelli ayrılmak üzerine olmadı. Ben burayı çok seviyorum. Ülkemi çok seviyorum. Her yerimizi, her halimizi, acımızı, sevincimizi, beraberliğimizi, mücadelemizi, Anadolu’nun her köşesindeki kadimliği, bilgeliği çok seviyorum ve buraya ait olduğumu biliyorum. Bırakamam. O da bizi bırakmaz, anıları buralı çocuklarını… Tam olarak da böyle hissediyorum.

O yüzden daha gitmem gibi. Zaten bu ekonomiyle de nereye gidiyoruz bir yandan? :)

Ailenizle bambaşka bir bağınız olduğunu biliyoruz. Öncelikle amcanızı kaybettiğiniz için baş sağlığı dilemek isteriz. Yeğeninizle ilişkiniz nasıl? O da size çok bağlı gibi…

Çok teşekkür ederim. Dostlar sağ olsun.

Atlas’ım, hayattaki en sevdiğim varlığım. Yeğenimle, kendi çocukluğumu (ama bin kat güncellenmiş versiyonu tabii) bir kere daha yaşıyorum gibi :) Çocuğum olmadığı için bu bağı Atlas’la kurdum sanırım ama başka bir çocuk olsaydı da bu kadar anlaştığım bi tip olur muydu bilmiyorum. Kendisiyle normal yetişkin sohbeti edip, bir sürü yeni şey öğreniyorum. Doğaya, hayvanlara, maceraya olan aşkına, cesaretine bayılıyorum. Bu kuşağın, yeni küçüklerin hepsinin sevme biçimlerine bayılıyorum zaten. Onları çok adaletli, sevgili, saygılı buluyorum. İyi ki doğuyorlar :) Umarım son zamanlarda yaşanan tüm korkunçluklardan çok daha arınmış, naifliğin geri geldiği bir dünya bırakabiliriz onlara… Çünkü onlar çok çok daha naifler, anlayışlılar, hoşgörülüler, farklılıklara saygılılar, küçücük çocuklar ve böyleler… Şu anı hiçbir şekilde hak ettiklerini düşünmüyorum.

Eskiden sizinle ilgili yapılan yorumlara denk geldiğinizde kendinizi kaptırıp tüm bu yorumları okuduğunuzu biliyoruz :) Şimdilerde bu durum nasıl? Gelen eleştirileri dinler misiniz? Magazini yakından takip eder misiniz?

Off :) Çok çok eskiden olmalı, forumlar zamanında belki :)

Troller her yeri sarıp, hayatın içinde çok yakınlarımıza kadar bile sirayet ettiğinden beri özellikle artık çok az göz atıyorum, o da karşıma çıkarsa :) Ama içlerinden gerçek insanların, gerçek eleştirilerini muhakkak dikkate alıyorum. Çoğunun evlerinin salonunda, gözlerinin önünde büyüdüm. Onları duymamam ve dikkate almamam mümkün değil. Birlikte bir hayat yaşıyoruz…

Peki sosyal medya takipçilerinizle nasıl bir ilişkiniz var? Gelen yorumlara cevap verir misiniz?

Bazen veririm evet, içimden geldiği gibi ve gerçekten gerçeklikle benimle iletişimde olduğuna inandığım biri ve bir konu ise. Ama bu çok nadir oluyor çünkü telefon yerine hayata bakmayı seçen ve uygulayanlardan biriyim. Teknolojiyi sever, kullanırım. Ama benim onu kullanmam gerekiyor. O beni kullanmaya başladıysa, yanlış giden bir şeyler var demektir. Bütün mesajlara dönmem imkansız. Bütün mesajlara dönmem imkansızsa içinden birini seçmek de çok saçma olur. Benim kafam böyle çalışıyor.

“HER GÜN EN AZ 15 DAKİKA DANS ETMEK BANA ANNEMDEN GEÇEN BİR YENİLENME METODU”

Son olarak meditasyona devam ediyor musunuz ve başkalarına da önerir misiniz?

Bana kundalini yoga gibi hareketli yoga türlerinin ve az evvel surf konusunda da değindiğim gibi mücadele anında konsantrasyonla yaptığım meditasyonların daha uygun olduğunu fark ettim. Bir de meditatif hali daha hayatın içine serpiştirebileceğimi fark ettim. O zaman biraz daha anlayışlı, daha az kavgalı bir dönem başladığını fark ettim. Aslında buna yaşlanma da denilebilir :) Bir dünyaya göre.

Ama bazen hayatın içinde kendi kendine verdiğin ve kimsenin bilmediği iyilik mücadeleleri, ne kadar zorlayıcı olursa olsun vicdanını kaybetmeme mücadelesi en derin meditasyondan daha faydalı oluyormuş… En azından bugünlerde benim için öyle olduğunu söyleyebilirim. Bunu fark etmiş olabilirim. Onun dışında dansa tabii ki devam etmeli… Dans anında tüm enerjiyi yenileyen bir şey, üşenmeyip, müzik açıp, herhangi bir müzik olabilir, her gün en az 15 dakika dans etmek bana annemden geçen bir neşelenme, yenilenme metodu… Bir ara her gün dans etmeye özen gösterdim.

Nihayetinde neler olduğunu görüyoruz. Her yer yas, her yer yangın, her yer susuz…Bunları yaşıyoruz… Sularda indirim vardı geçen gün. İnsan su ve havayla yaşıyor zaten. Doğarken mi borçlu doğalım? İçme suyumuz yok bizim şu anda. Çeşmeler vardı eskiden yol boyları, durur kana kana içersin, mis gibi dağ suyu birinin hayratı, ya da sadece yol boyu akan su… Bir sürü kötü şey oldu. Hal böyleyken de açıkçası son zamanlarda yapamadım. Yaslardan kendime gelebildiğimde, dans etmeyi hatırlamak istiyorum…